30 Kasım 2009 Pazartesi

BİR YERLERDE TIKANIP KALDIYSA HAYAT


Bir yerlerde tıkanıp kaldıysa hayat, soluk almak güçleştiğinde,
Yüreğin susup, mantığın sürüklemeye başladığında ayaklarını,
Dağlara dönmeli yüzünü insan.
Yeni patikalar, yeni yollar seçmeli, yüreğini ferahlatacak;
Yeni insanlarla tanışmalı,
Küçük şeylerle başlamalı belki;
örneğin, bir kaç durak önce inip servisten, otobüsten;
yürümeli eve kadar, yüreğine takmalı güneş gözlüklerini;
Gördüğünü hissedebilmeli!... Yeni kesifler yapacak....
Hep isteyip de, bir gün yaparım diye ertelediği ne varsa,
Gerçekleştirmeyi denemeli!
Her geçen gece, ölüme bir gün daha yaklaştığını;
Zamanın bir nehir, kendisinin bir sal olup da,
O dursa da yolculuğun devam ettiğini anlamalı.
Baş döndürücü bir hızla geçiyorsa birbirinin aynı günler,
Her aksam aynı can sıkıntısıyla eve giriliyorsa,
Değiştirmeye çalışmalı bir şeyleri;
Sağlığını kaybedip, ölümle yüz yüze gelmeden önce,
Değerli olabilmeli hayat!...
İlla büyük acılar çekmemeli, küçük mutlulukları fark etmek için!..
Başkasının yerine koyabilmeli kendini;
Ağlayan birine "gül", inleyen birine "sus" dememeli!...
Ağlayana omuz, inleyene çâre olabilmeli! ...
Şu adâletsiz, merhametsiz dünyaya ayak uydurmamalı;
Sevgisiz, soysuz kalarak! ..
Dikeni yüzünden hesap sormak yerine gülden,
Derin bir soluk alıp, hapsetmeli kokusunu içine...
Güneşin doğusunu seyretmeli arada bir, seher yeli okşamalı saçlarını...
Karda yağmurda sevincine, coşkusuna;
Fırtınada boranda öfkesine, isyanına ortak olabilmeli doğanın!
Bir çocuğun ilk adımlarında umudu;
Bir gencin düşlerinde geleceği;
Bir yaşlının hatıralarında geçmişi görebilmeli!
Çalışmadan başarmayı, sevmeden sevilmeyi,
Mutlu etmeden mutlu olmayı beklememeli!
Ama küçük, ama büyük; her hayal kırıklığı, her acı;
Bir fırsat yaşamdan yeni bir şeyler öğrenebilmek için; kaçırmamalı!
Çünkü; hiç düşmemişsen, el vermezsin kimseye kalkması için,
Hiç çâresiz kalmamışsan,dermanı olamazsın dertlerin;
Ağlamayı bilmiyorsan, neşesizdir kahkahaların;
Merhaba dememişsen, anlamsızdır elvedaların.
Ne, herkesi düşünmekten kendini,
Ne kendini düşünmekten herkesi unutmamalı!
Bilmeli çok kısa olduğunu hayatın;
Hep vermek ya da hep almak için...
Sadece, anlatacak bir şeyleri olduğunda değil,
Söyleyecek bir şey bulamadığında da dinleyebilmeli!!
Aklı ve kalbiyle katılabilmeli sohbetlere...
Hafızası olmalı insanın; hiç değilse, aynı hataları, aynı bahanelerle tekrarlamaması için!
Soruları olmalı, yanıtları bulmak için bir ömür harcayacak!
Dostları olmalı, ruhunun ve zihninin sınırlarını zorlayacak!
Herkese yetecek kadar büyük olmalı sevgisi;
Ama, kapasitesi sınırlı olmalı yüreğinin ki, hakkını verebilsin sevdiklerinin;
Zaman bulabilsin; Bir teşekkür, bir elveda için...
Yaşam dedikleri bir sınavsa eğer;
Asla vazgeçmemeli sevmek ve öğrenmekten;
Ama, herkesi sevemeyeceğini de ...
Her şeyi bilemeyeceğini de fark edebilmeli insan!.
Tıpkı, her şeye sahip olamayacağı gibi...
Zamanın ninnisiyle, uykuda geçirmemeli hayatı..!
CAN DÜNDAR

29 Kasım 2009 Pazar

gülümseme


Bir gülümseme insana hiçbir şeye mal olmaz.
Fakat çok şey kazandırır.
Vereni fakirleştirmeden alanı zengin eder.
Gülümseme sadece bir an sürer, fakat anısı bazen sonsuza dek yaşar.
Hiç kimse onsuz yaşayabilecek kadar zengin veya güçlü değildir.
Gülümseme evde mutluluk, işte başarı yaratır.
Dostluğun ve içtenliğin parolasıdır.
O, yorguna dinlenme, üzgüne neşe verir.
Böyle olmakla birlikte, satın alınmaz, rica ve minnetle elde edilmez, ödünç alınmaz veya çalınmaz, zorla sahip olunmaz.
Çünkü kendiliğinden verilmedikçe kimsenin işine yaramaz.
Bazı kimseler size gülümseyemeyecek kadar yorgundurlar, onlara siz gülümseyin...

28 Kasım 2009 Cumartesi

Bir Bayram Sabahı...


Ah nerde o eski bayramlar diye başlayan bir yazı yazabilecek yaşa gelmeyi epey bekledim.
Sanıyorum artık vaktidir. Yaşım müsait. Dedemlerden "rahmetli" diye söz ediyorum nicedir, anneannem "Allahım elden ayaktan düşürmeden al yanına" duasında...
Her bayramı bir arada "bayram gibi" kutlayan o koca aile, telefonda bayramlaşıyor kaç zamandır...
"Modernleştikçe" uzaklaştık çokları gibi biz de... Tek sobanın etrafına kümelenip sohbet etmeler bitti. Kaloriferle ısı odalara yayılınca, sohbetlerin keyfi de dağılıp gitti. Yer sofrasından masaya terfi edilince tadı kaçtı yemeklerin... Telefonda "görüş"ür olduk, "görüş" mesafesinin dışından...
Eski bayramlar, "tatil" oldu.
Herkesin bayram imgeleri vardır.
Benimki taş zeminde sabun kokusudur uyanınca burnuma çalan... Bir de coşkulu fasıl sesi, kallavi ahşap radyodan yayılan...
Sabah namazıdır, babamın dizi dibinde, dizimde ağrılarla "kılar gibi yaptığım..."
Bayram harçlığıdır, annemin elinden kaptığım...
Kapıda ramazan davulcusudur; bakkalda Arap kızı sakızı, sokakta laklak ve çatapat... Bilyede "müselles", "lik"te tumba... Tozlu tarlada tek kale maçtır, "Oğlum daha yeni almadık mı papuçlarını!" nakaratı eşliğinde oynanan...
Badem şekeridir bayram; kolalı beyaz mendil ve yandan ayrılmış saçta bir avuç kolonya kokusu...
Büyük Sinema'da "Taşa Saplanan Kılıç "tır, bir türlü çıkarılamayan... ya da televizyonda
"Bizim Sokak"ın siyah-beyaz dedesi, oyuncak yapan...
Kevser anneannemin bahçesinde silkelenen duttur, Ülkü'yle büyüğünü kapmak için didiştiğim... Abduş dayımla uçurtma uçurmaktır, Mustafa dayımdan para aşırmak... Gülsüm teyzemle eğlenip, Perihan teyzemle dertleşmektir.
Öğleyin önce un serpilip yoğrulan, sonra oklavayla açılan hamurun, tencere kapağı marifetiyle yarım aydan çiğ böreklere dönüşmesini merakla izlemek ve içine gizlice konan bakır 5 kuruşa ulaşma umuduyla özenle çiğnemektir.
Rahmetli Nuri dedemin kucağında "Mebus olursun inşallah" duasıdır, mebusun ne olduğunu bilmeden dinlediğim...
Taşlık sofada yer minderidir, ipten salıncakla inatçı bir sinek vızıltısı eşliğinde deliksiz öğle uykusu...
Sonra baba tarafında, Adil Bey'le Saniye Hanım'ın evinde, "ikinci devre..."
Bu kez halaların, amcaların kucağında bayram keyfi... Handan haladan şiirler, Sevim haladan ninniler, Fethiye haladan türküler... Kamil amcadan, Aydın amcadan hediyeler... Melih' le, Ateş' le, Atilla'yla, Necati Cumalı’nındeyişiyle "pembe yüzlü çocuklar"dık bayramlarda, "öyle pembe ki burun delikleri yavru tavşanlar gibi..."
Bu sabah, o eski bayramların kokusu geliyor burnuma, tütüyor burnumda...
Yaşlanıyorum galiba...
O bakırdan 5 kuruşun, peşinde değilim...
Mendiller kolalanmasa da olur, saçlar kolonyalanmasa da...
Lakin sevgiler ertelenirse olmaz... Sevmenin değer vermek, kıymet bilmek, hatır sormak, yardıma koşmak, kapı çalmak, dua almak olduğunu anladım. En çok ondan özlüyorum geniş aile sofralarını...
Ölen eski bayramlar değil aslında; eski duyarlılıklar...
Onları yaşatabilsek, bayramlar da yaşar.
Bu sabah, elinden tutup oğlumu, yukarıdaki listedeki herkesi gezdirmek istiyorum.
Bir kısmı için çok geç kaldım.
Geç kalmadıklarımla bari doyasıya bayramlaşayım.
Siz de öyle yapın: sevdayı, vefayı başka bayrama ertelemeyin.

Can DÜNDAR

25 Kasım 2009 Çarşamba

sıra dışı topuklar...

Topuklu ayakkabılar dişiliğin en önemli aksesuarlarındandır.Bedeni ön plana çıkarır, kadının giyimine ve edasına cazibe katar.Unutmayın ki bir koridorda hızlı hızlı ilerlerken özgüven dolu imajınız,yürüyüşünüz ve topuğunuzun tınısı çok hoştur.
Roger Vivier


Yves Saint Laurent

Yves Saint Laurent


Tory Burch


Sergio Rossi


Roger Vivier

Monolo Blahnik

Manolo Blahnik

Loewe

John Galliano

dior


Givenchy

Christian Dior

Chanel

Bottega Venetta

Calvin Klein


Alexander Wang

Alberta Faretti


BERGAMA antik kentim :) Benim Pergamon'um


Hristiyanlığın ilk 7 kilisesinden biri olarak adı İncil'de de geçen Bazilika... Roma İmparatoru Hadrianos tarafından mitolojik tanrı Serapis'e adanarak yapılmış... Bergama’da şehir içinde bulunan Bazilika, kırmızı renkli tuğladan inşa edildiği için halk arasında Kızıl Avlu olarak bilinir.

Antik adıyla Pergamon şehrinin ilk yerleşim alanı Akropol...
Akropol Yukarı Kent anlamına gelir.
Şehrin en yüksek yerinde kral ailesinin ve ileri gelenlerinin yaşadığı saraylar ve tapınaklar bulunur.
Ölümlerin Giremediği Sağlık Merkezi Asklepieon...

Bazalika - Kızıl Avlu

Kozak Yaylası


Bergama İLKLER ŞEHRİ

İlk Asya kütüphanesi (200000 ciltlik)
İlk Büyük Hastane (Asklepion)
İlk telkinle tedavi (Psikoterapi)
İlk doğal tedavi (Müzik, tiyatro, spor, güneş ve çamur ile)
İlk farmakoloji (doğal ilaçlar)
İlk afyon modeli ilaç
İlk kent hijyeni (sağlık alt yapısı)
İlk tıp ve eczacılık simgesi (yılan)
İlk mühendislik, U borusu yöntemi ile trigonometri
İlk kent imar yasası
İlk kent çarşı pazar yasası
İlk komün devleti
İlk grev ve toplu sözleşme.(MÖ 248 de l. Eumenes ücretli askerlere hakkını verdi)
İlk 4 tiyatrolu kent
İlk en dik tiyatrolu kent
İlk meslek sendikaları ve sendika konfedarasyonu
İlk 3 dereceli öğretim (ilk orta ve lise)
İlk kazı müzesi. (Arkeoloji deposu, sonra müzeye dönüştürüldü.)
İlk ve enbüyük sunak
İlk ahşap sahneli tiyatro
İlk hiristiyan klisesi. Yedi kliseden biri.
İlk Batı Türkçesi grameri. (Bergamalı Kadri efendinin eseri)
İlk işgali kıran kent (15 haziran 1919)
İlk festival yapan şehir (Bergama kermesi 1937)
Bergama'ya özgü sadece ramazan ayında yapılan ramazan tatlısı zelebiye
Bergama Halıları
Zengin desen ve renk çeşitliliği ile dikkat çeken Bergama Halı ve kilimlerinin en bilinenleri Yağcıbedir, Kozak ve Kız Bergama.

24 Kasım 2009 Salı

İZMİR'im...


bile bile vapur kaçırılabilir, fotoğrafı çekilecekse...

Hayat Ankara’da beklenir, İstanbul’da kovalanır, İzmir’de ise yaşanır.


Ankara’yı bir türlü sevemedim. Nefret ettiğim söylenemez ama sevemedim işte. Cetvelle çizilmiş gibi duran yolları, işlevsel ama estetikten uzak binaları ve o memur havasıyla bana hep sevimsiz gelmiştir. Ankara için en güzelinisanırım bir Ankara sürgünü olan Cemal Süreya söylemiştir:

Ankara ,
En iyi kalpli üvey ana,
Bu şehri bu kadar yalın anlatan başka bir şey olamaz sanırım. Sorumluluklarını bilen, asla kötü davranmayan ama sonuçta bir üvey anaolan Ankara. Bu şehirde insanlar bekler. Emekliliği, askerliğinbitmesini, rüşvetin gelmesini, gönderdiğiniz evrakın cevaplanmasını , suskundevletin konuşmasını beklerler. Taşı çatlatacak bir sabırla bir şeyleribeklerler, kim bilir bekledikleri hayattır. Belki denizi görselerdi beklemezlerdi. Denizi su sanırlar. Suyu görmek için göllerin kıyısınagidersiniz ama su ufka uzanmaz. Bir suyu deniz yapan ufuk yoktur Ankara'nın göllerinde. Oysa ne önemlidir suyun hiç bitmemesi veuysal bir sevgili gibi gökyüzüyle birleşmesi. O vaatker ufuk çizgisi,o nasıl güzeldir. Her zaman ötelerde bir şey olduğunu fısıldayano şehvetli çizgi. İnsanlar Ankara'da beklerler, kim bilir beklediklerihayattır.

İstanbul'da ise durum daha vahimdir. Hayat sanki bir adım ötede duruyorgibidir. Doğruya doğru, dünyanın en güzel şehridir İstanbul, ama hayateli çabuk davranır. Daha siz elinizi uzatmadan işveli bir kadın gibikaçargider. Bu yüzden hırsla kovalarlar hayatı İstanbullular. Beklediği şeyinbelki de hiç gelmeyeceğini söyleyen şeytani fısıltıya rağmen, Ankaralının dingin tevekküllü bekleyişinde bir huzur vardır. Ama İstanbullunun hırslı kovalamacasında ne huzur vardır ne de tatmin.Dünyanın en güzel şehri hemen kol mesafesindeyken kendilerini yiyip yutan bir kovalamacanın içinde kaybolur giderler. Hayat kaçar, onlar kovalar.

Ama İzmir... İzmir'de hayat beklenmez, kovalanmaz da. O zaten sizinle beraberdir. Ufkun ötesini muştulayan bir deniz vardır. Mutlulukla dolu, sakin bir sevişmenin tadındadır körfez. Körfez vapurlarının sakingidişinde hırslarınız yok olur, kovalamayı bırakırsınız, hatta martılaragevrek atacak kadar iyilikle dolarsınız. Ne varsa bu şehirde, bayatlamışvapur çayı bile nektar olur. Hafta sonları denize doğru bir göç başlar."Ey hayat, biz Çeşme'ye gidiyoruz, sen de arkadan gel" derİzmirliler muzipçe. Ve ne gariptir ki hayat, uslu bir çocuk gibi onlarınpeşinden gider.
Ne garip, uçak biletinin üzerinde adımın hemen yanında yazan IZM harflerine sevgiyle bakıyorum. Sabırsızım, sevgilisine kavuşacakaşıklar kadar.

Cemal Süreya

23 Kasım 2009 Pazartesi

SIRADIŞI MANİKÜR...

Tırnak sanatı almış başını giderken size sıra dışı fikirler verecek birkaç örnek... Son derece yaratıcı ve tapılası manikür örneğinden birini seçin ve tüm ilgileri üzerine çekmeye hazır olun.










20 Kasım 2009 Cuma

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var...

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği

İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya

Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin

İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına
İnsan balıklama dalmalı içine hayatın
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına

Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
Değişmemelisin hiçbir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın

Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana.

Ataol BEHRAMOĞLU

19 Kasım 2009 Perşembe

SOSİSLİ LOLİPOP MUUU?

tarifi ZUHAL YALÇIN'ın bloğunda görmüştüm...
Kahvaltı sofralarına renk getireceğinden emin olduğum için paylaşmak istedim.
sizde bloğu ziyaret etmek isterseniz:
2 Banvit jumbo piliç sosis,
2 adet milföy hamuru
Sosislerimizi milföy hamuruna sarıp, hamurun birleşme noktasında çöp şişlerimi belli aralıklarla, sarılan sosislere batırın ve aralıklarından kesin.


Pişireceğiniz fırın tepsisine yağlı kağıt serin ve tek tek aralıklı dizin işte bu kadar basit
kahvaltı sofralarına renk getireceğinden eminim.


AFİYET OLSUN...



18 Kasım 2009 Çarşamba

Ciltli kitaptan KİTAP ÇANTA !!



Proje için gerekenler;
* kalın ciltli bir kitap
* 2 adet tercihen bambu çanta sapı,
* cildin iç tarafını kaplama için astar kumaş,
* kalın kurdale yada onun işlevini görebilecek kumaş parçası,
* sıcak silikon yada yapıştırıcı


Öncelikle kitabın cildine zarar vermeden kapak kısmını ayırıyoruz.
Kurdaleyi aldığımız çanta saplarının halkalarından geçirip, cildin iç ve dış yüzeylerine yapıştırıyoruz.
Sonra çantamızın açık kalan yan taraflarını ve iç yüzeyini kaplamak için uygun ve tercihen kalın bir kumaş ile (kot kumaşı da iyi olabilir) kitap kapağının içini kaplıyoruz. Bu kaplamayı yaparken silikon kullanmak daha doğru olur, çünkü yapıştırıcı kumaşın yüzeyinden dışarı çıkabilir, güzel bir görüntü oluşturmaz doğal olarak.




Çantamız hazır, Burada tüm ekipmanları yaratıcılığınız dahilinde değiştirebilirsiniz.
Buraya tıklayarak Kaynak siteyi ziyaret etmenizi tavsiye ederiz.